Onkolojik Sürecin Psikolojik Açıdan Değerlendirilmesi
Kanser olgusu, bireylerin psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik işlevselliğini etkileyen bir rahatsızlıktır. Ani ve beklenmedik olması, tedavi sürecinin uzun soluklu olması, bireyin güvenliğini ve iyilik halini tehdit etmesi ve acı vermesi bakımından bir tür travma olarak nitelendirilebilir. Kanser, tanı, tedavi ve tedavi sonrası dönemlerde kişinin yoğun stres yaşamasına neden olabilmekte ve sosyal yaşama uyumunu doğrudan etkileyebilmektedir. Ayrıca ölüm gerçeği ile yüzleşmek, bireyin yaşamı sorgulamasına ve alışkanlıklarının ve
değerlerinin önemini yitirdiği düşüncesine neden olmaktadır.
Tanının konulması ile birlikte kişide çaresizlik, umutsuzluk, güçsüzlük, korku ve öfke gibi olumsuz duygulanımlar açığa çıkabilmektedir. Bu dönemde yaşanan sıkıntılar ve stres; gelecek korkusu, yetersizlik duygusu, kontrol edilemeyen ağrı, geçmişe yönelik kaygı, izolasyon, yalnızlık duygusu, işe yaramama hissi, uykusuzluk, kontrol edilemeyen üzüntü ve sinirlilik durumunu tetiklemektedir. Bu duygulanımlar ile bağlantılı olarak travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), akut stres bozukluğu, panik bozukluk başta olmak üzere kaygı bozuklukları, depresyon ve hatta deliryuma kadar giden bir tablo oluşumu gözlemlenebilir.
Bu dönemde kişinin yaşamın zorlayıcı yönleriyle başa çıkmasında ve stresin olumsuz etkilerine direnç göstermesinde sosyal desteğin önemi büyüktür. Buradaki sosyal destek, aile, yakın çevre ve arkadaşlar ile geçirilen kaliteli zamanı kapsamaktadır. Kurulacak olan ilişkilerin niceliğinden çok niteliği önemlidir. Tedaviye uyum sürecinin artmasında, problem çözme becerilerine yardımcı olmada ve en önemlisi fiziksel sağlık ve kendini iyi hissetme durumunun artmasında sosyal desteğin rolü araştırmalarla desteklenmiştir. Sosyal destek, hastalıkla baş etmede ve psikolojik rahatlamada önemli bir rol oynar. Yalnız olmadığı duygusunu kişiye hissettirir. Bu süreçte kişilerin ilgileri doğrultusunda derneklere üye olması ve isteği doğrultusunda belirlediği ve kendini yormadan yapabileceği aktivite içeren kurslara yazılması bireyin ruhsal anlamdaki gelişimine katkı sağlayacaktır. Bunlara ek olarak kişilerin grup terapilerine katılması ve bireysel terapi alması bu dönemin sağlıklı atlatılmasına ve hayattan tatmin sağlayabileceği ilişkiler kurmasına yardımcı olacaktır.
Sürecin yarattığı olarak gelişecek isteksizlik, bireyin harekete geçmesini engelleyebilir. İsteksizlik durumu ile ilişkili olarak hiçbir aktivite gerçekleştirmemeyi seçen kişi, kendisinin işe yaramadığı düşüncesine kapılacak ve kendisini isteksizlik-eylemsizlik döngüsü içinde bulabilecektir. Bununla bağlantılı olarak hastalığa yönelik rahatsız edici düşüncelerin akla gelmesi artış gösterecektir. Buradaki isteksizliğe bağlı eylemsizlik sergileyen ve döngünün devamını sağlayan birey; isteksizliğe rağmen kendisini zorlayarak da olsa aktivite gerçekleştirdiğinde ve bundan keyif aldığını fark ettiğinde kısır döngüyü kırmış olacaktır.
Bu süreçte bireyde fiziksel olarak yorgunluk oluşmuş olsa da zihinsel süreçler aktif olarak işlemeye devam eder. Zihnin sadece hastalığa yönelik olumsuz düşüncelere yönelmemesi için aktivitelerin önemi vurgulanmaktadır. Yapılacak olan yürüyüşler, oturur veya yatar pozisyonda yapılacak egzersizler, dua, kitap-dergi-gazete gibi okumalar, el işi uğraşları, çiçek bakımı, tamiratlar, bulmaca, resim, müzik, yoga, spor gibi aktivitelerin ruh sağlığına olumlu etkisi olduğu söylenebilir.